14 Ağustos 1999 Cumartesi

...Nereden mi aklıma geldi...

…Nereden mi aklıma geldi…
Akıl işte. Ne zaman ne yapması gerektiğini önemsemeden çalışıyor. Daha karar vermedim. Senin üçüncü kitapcığınmı olsun ya da uzasın çok yazılar yolculuğu olsun. Yazıyoruz, durduğumuzda birlikte bakarız ve karar veririz. Kimbilir bu yazılanları ne zaman okuyacaksın?
Gün ışığı grevinden birkaç saat önce gözlerimi kapadım. Karşımda seni gördüm. Gözlerimi kapatınca, uçuk kırmızı ile siyahın içiçe geçmişliği kaplar göz kapaklarımı. O fonun içinde gülerek bana bakıyordun. Çok güzelsin. Kocaman gözlerin grev süresince gün ışığını göremeyecek. Ben biraz senin için sakladım. Eve gidince bakarsın.
Geçen gece bir duble içki ve duman üfleme çalışması yaptım balkonda. Mutlu oldum. Dört saat oturmuşum. Yıldızlarla dalga geçtim. Aaaa, hatta bir yıldız kaydı, seninle her zaman mutlu olma dileğini kaydırdım arkasından. Öylesine baktım etrafa. Hiç bir şey düşünmediğimi zannederek birçok şeyi aklımdan geçirdim farkında olmadan. Üstelik sanada kızgındım. Umut, sürekli reenkaryasyona uğrar ve hep geri gelir. Çok severim umutu ve o her zaman bizimle.
ABC İlkokuluna gidiyordum. Kimse inanmıyordu okulumun adına. Yemekhanemizde cam sürahilerin peşpeşe dizildiği uzun masalar, mavi önlüklerimiz vardı, küçük yüreklerimizin üstünde. Niye aklıma geldi ki. Sevdiğimin yazıları olacak bunlar benim değil. Ya da farketmeyebilir.

Robenson un yanında Cuma olmasaydı ne olurdu?

Yüreklerimiz yanımızda turkuaza doğru yol aldık. Asfaltların sıcaklığından faydalanarak hız peşinde koştuk. Birçok yerde birçok anlamlar bulduk. Eğlencenin anlamı, sevdiğimin mutlu anları, yatay pozisyonda keyif zamanları, gizli olan ve aleni olan soluklarda rüzgar üzerinde sevişmeler, ilk defa görüp kendinden geçmeler, kaçıncı defa görüp yine kendinden geçmeler, dalga seslerinin dalgalardan önce gelip yüreğimize konuk olması, iskeleye sesli iple bağlı teknenin, açıklar özlemi için kendini geriye çekmesinden sonra çıkan ipin göz yaşları, tek başına bir martının yaptığı gökyüzü nasıl okşanır süzülüşleri, birkaç merdiven ötedeki denizin kucak açmaları, alttan gelen soğuk suyun denizin öz suyunu soğutma çalışmaları, sevdiğimin dudağını denizin kıvrımında bulma anları, Kale köyün basamaklarında yaşayan geçmişin izleri, japon kadının bizi kendimize küstüren kendi olma yerleşimi, Yemeni satma umudu karşılığında rehberlik deneyimleri, sevdiğini elinden tutup önceki yaşamları hatırlama tırmanışları, diz çökmüş kentin suyun altında kalan ayakları, burada ne kadar yaşarım formülleri, kekik kokulu manzaralardan defne yaprağı dokunuşları, soğuk kayanın üstüne yüreğini yaslamış, pürtelaş dinlenişler yapan kelebek renkleri, gizeminden kopuparak ziyarete gelip başaşağı dökülen soğuk suyla beraber toplumu üstünden temizleyen insan kahkahaları, cır cır konuşma lafının anlamını vatanında öğrenme gelişmeleri, bize kendini hazırlayan ve dönüşte sarıp sarmalayan odamızın hayata zaman ekleyen balkonu, yemeğimize eşlik eden büyüğümüz büyük rakımız, Muzaffer bey ve sevgili eşi, Mustafa, Altuğ, Mehmet, Abla ( ona on kalaya kadar bekledik ama sizi unutmadı ) yüreğine yetişemeyip çaresiz kalan dili bile gülümsemesini unutturmamış dostumuz, dostlarımız, motorunun sesi ile bizi elimizden tutup koyumuza ulaştıran balıkçılar, hanımağa, bizi illaki koyunda uyutmak isteyen kaputaş dalgaları, insane olduğumuzu hatırlatacak bütün duyguları hissettiğimiz, paylaştığımız, doğanın kalbimizi okşamasının keyfini çıkardığımız, geçmiş yaşamlara dönüp bizleri düşünmeye iten, bizi çoğaltan gördüklerimiz, dört yürek gidip yüreklerimizi birbirimize sunduğumuz, mutluluktan şaşırıp kaldığımız kendilerimiz, bir hafta insane hayatında güzellikler ülkesi olur mu olmaz mıyı kendimize gösterdiğimiz anlar topluluğu ve günü kaybetmenin mutluluğu içinde kazanılan dakikaları hayatımıza ekleyerek Kaş a bağlandık.

14.08.1999

Hiç yorum yok: