16 Temmuz 1998 Perşembe

Gökyüzündeki...

Gökyüzündeki yıldızların göz kırpışlarını gizleyen yeşil yaprakların arasından sızan beyaz aydınlığın içindeki bir karede görünmüştün. Kimi aradığını bilmeyen gözlerle, kimi aradığına emin aklınla etrafını izleyen iri gözlerini ne zaman farkettiğimi hatırlamıyorum. Bizim masadan yükselen bir sese doğru baktığında ben de sana bakmıştım herhalde.

Hayatın içinde varolan anları doyasıya yaşamak isteği insanı çoğu zaman hiç birşey yapmamaya götürüyor. Doyasıya bir aşk yaşamak istediğinde aşkının peşine birçok şey takman gerekiyor. Belki gelecek belki de dünden sana katılan birçok şey ve şeycikler. Kanıt isteniyor, gerekirse belgelensin deniyor. Aşk bile şaşırıyor kendinden beklenenlere durup kalıyor.

Düz yazı çalışması devam ediyor. Hızlı hızlı beyaz kağıdın üzerine düşen satırları sakinleştikten sonra temize çekiyorum ve kalplere postalıyorum. Gün geliyor adrese ulaşıyor, kapı çalınıyor, içeriden ses gelmeden kapı açılıyor. Önce bir göz öpüşmesi, güzelim boyun kuytularına buseler ve dudaklar buluşuyor bir adım ötede nefesler olduğu halde. O an düşünülmüyor ya da düşünmüyorum. Daha zamanı olduğu söyleniyor, bekleniyor. Salonun L köşesinde I gibi yatılıp gün ağırmadan etrafa gözler armağan ediliyor. Hayatın anları nefes almaya devam ediyor.

Kimsin sorusunun cevabı çok sıkıcı olabilir. O kimi yaşamak gerekiyor. Ne ben tarif edebilirim ne de ürettiklerim. Alırım yaşadığım günleri koynuma, onlarla uyurum mışıl mışıl. Sabah uyandığımda tüm yaşadımlarım o sabah olur. Ne dün ne de yarın. Kimbilir daha neler yazarım? Seni mi ? Ben kendi seni mi yazarım. Karşıdan görünen seni çok güzel yazarım. Kalbinin gülüşünü, gözlerindeki sis perdesini, kafana bir an için uğrayıp giden düşüncelerini ve kendi beğenmediğin tüm noktalarını beğendiğimi yazabilirim. Işin kötüsü bir de metin yazarıyım. Metin yazarı olmadığım günLerde yazdıklarım daha anlamlı gelirdi. Şimdi ise işimde yazmak olduğu için sanırım yazdıklarımın duygusuna dokunmadan önce zaten metin yazarı düşüncesi konuk oluyor insanlara.

Duygularımı katarım nefesimin içine ve öylece içime çekerim hayatın anlarını. An işte adı üstünde an. 24 saat içinde bir an yüzüm güldümü doyum olmaz o güne. Hayatın o anları çok uzun sürmez belki ama sadece o anın bile keyifli olması günü kurtarır. Kimileri anı önemsemez. An, yeterli gelmez, onlar yıl peşindedir, hayat peşindedir. Uzayıp gider koşuşturmalar, çektikçe uzar ve günün birinde bıraktıığında pat diye yüzüne çakar ve çok acıtır. O nedenle, ya sürekli çekeceksin büyüsün gelecekleri kurtarsın diye ya da nokta nokta yaşayacaksın. Keyif noktalarını üstüste ekleyeceksin. Gerektiğinde bir fiske ile yıkıp tekrar tekrar ekleyeceksin.

Canım sevdiğim hanımefendi, sana bugün birşey yazmayacağım. Bütün soruların cevabını her zaman gözlerime baktığında bulacaksın. Yazmamak buysa yazmak ne olur bilinmez.

Sana yakınım
Dokunduğumda
Içine dokunabiliyorum
Yanında rahatım
Kendim olabiliyorum
Sevgimi sana
Armağan edebileceğimi
Biliyorum
Ama
Yine de benim

Sol bileğinde metalik metal bileklik, sağ bileğimde bileğim ve ne takıp ne takmayacağım belli olmayan bir beden. Bedenin hassas bir yerinde içinde sevgi tomurcukları olan bir yürek. Yaşadığımız anların sevgiyle kucaklaşması, tenin tenle konuşması, sarılıp uyumalar, öpücüklerle günaydınlar, deniz kenarında yakamozlar, hafta sonu attaları ve mutluluk bilmeceleri…


16.07.1998

Hiç yorum yok: