5 Ocak 1999 Salı

Nar...

Nar çiçeği doğumlarında ortaya yayılan tarifsiz ses tınılarında ruhuna dokunan iki sevgili göz göze geldiler. Geldik. Kırçiçekleri öğleni akşam ile kucaklaşırken, kokuları dokuntu tenlerimize ve dudaklarımız yaşamı içine çekti, birbirlerine sundu ömürlerince. Kimselerin karar veremediği, önemsemediği solgun inanışları aşk teneffüsü ile canlandırdık, umutlandırdık, hissettirdik. Tek bir bedenin tüm ömürü kaplayacak kadar hissedilebilen bir duygular bütünlüğü olabileceği ezberlettik. Kimdik biz? Birbirini seven, önemseyen, özleyen, çoğaltan, geleceğe ekleyen, aynı hayalleri canlandıran, bir dokunuşun bir doğuşa eş olduğu paylaşımları yaşayan iki soluk olan ve gelişen aşk. Aşk, herşeyi sol sağ mu yapar? Yürekleri peşinden sürükleyip, karanlıkların içine havai fişekler yaşatan, dalgaları koynuna alıp gökyüzünü serinleten, lavları damarlarının içinde ikamet ettirten, hiçbir yapılanı şaşılası göstermeyen, bir insanın düşüncesine sarılıp dipsiz uçurumları dümdüz eden bir duygular imparatorluğu. Sana, kimsenin bilemeyeceği kadar, hatta bazen kendimin bile bilemeyeceği kadar aşığım. Nasıl oluyor diye sorma ve bazı nasıllar bile bilemez nasıl olduklarını. Aşk, iki nokta üst üste, virgül, nokta gibi onu yavaşlatıcı eylemleri sevmez ama ben seni severim.

Alacakaranlık gündüzlerin sis kokulu tenlerinde dakikanın anlamı diğer dakikanın doğumuna yetiştirme telaşlarında soluk alan bedenler, yürekler ve aşklar yorgun düşüyorlar. Biz de aşkız, bedeniz, yüreğiz. Yorgun olduğumuzu unutup tüm kırgınlıkları en değerli varlıkta toplama çalışmalarında bulunmaktayız. Niçin en değerli en üzülen oluyor? Bunun bir açıklamasını bulmalıyım,yız. Hiçbir deprem yüreğimi kıramaz, hiçbir lav bedenimi ısıtamaz, hiçbir kıyamet bir ceza olamaz. Ama, küçücük bir sözün kırar, ısıtır, cezalandırır. Yazın kavurucu sıcağında peşimde orman, üstümde gölgesi, altımda buz gibi nehirin sepserin sesi dolaşırım senin yanındayken. Iki bilinenli ama çok bilinmeyenli bir denklem aşk.

Seni sana anlatmak, senden bağımsız olarak ve içimde büyüttüğüm aşk çocuğunun tekmelerini sana hissettirebilmek. Bazen sana dalıp gidiyorum ve o anda yaşamak için seni seyretmek yeterli oluyor. Ne soluk almak aklıma geliyor ne de gözümü senden ayırmak. Geceleri göğsümde varlığın olmadığında huzursuz oluyorum. Hele yanımda bana dokunmadan uyuduğunda uyuyamıyorum. Güzelim poponu görmekte müthiş bir şey ama yetmiyor işte. Uyurken bir güzel konuşuyorsun. Yorgunluğun, kırgınlığın uykuda bile peşini bırakmıyor. Bir şeyler yıktırıyorsun, kızıyorsun, cevap veriyorsun. Gün içinde seni yordukları yetmiyormuş gibi gecede peşindeler. Tutup içinden çekmek istiyorum onları bird aha görmemesine. Ne yazık ki herşeyin bedeli kendisinden ağır ve taşıdıkça pazuların gelişiyor, daha da çok taşıyabileceğin düşünülüyor.

Ne kadar güçlüyüz sevgilim?
Sevgimizi, bedenimize taşıtabilecek yolları biliyor muyuz?

Patlayamadan sönmek üzere olan volkanlar gibiyiz. Patlayamamanın stresi lavlarımızı kurutuyor. Içimize akıyor lavlarımız ve için için yanıyoruz. Sevdiğinide içinde yaşattığın için onu da yakıyorsun gibi geliyor. Her ne olursa olsun, ister acı, ister ters açı, sevmekle başlayan insan olma hissi, onunla koyun koyuna gelişiyor. Bir satır yazmak için bile seni istiyor gönlüm. Ne seni severken düşünüyorum ne de kırarken. Sen, karşımdaki bensin sanki, belki de onun için seni o kadar içten seviyor ve o kadar kolay kırıyorum. Tamam, sevmeni anladıkta kırmak ne oluyor diyorsun. Kansız devrim olmaz diyorlar aynen acısız aşk olmadığı gibi. Zaman içinde acıları belirli açılara taşıyabiliyorsun. Aşk acısından çıkan mutluluğuda doyum olmuyor, tıpkı yağmur sonrası toprak kokusu gibi. Sırılsıklam olsan bile o kokuyu duyduğunda kendini kupkuru hissedersin ve gerçekten de koku evine çekildiğinde kurumuşsundur…

1999

Hiç yorum yok: