26 Aralık 2008 Cuma

Kaç tane yılı armağan ettik Sevgili Bodrum a

Kaç tane yılı armağan ettik Sevgili Bodrum’a…

Bitip giden yılları arkamızda bırakırken,
sevgili dostlarımızı biriktirdik son bulan yıllara inat…

Ağladık, kaybettik, kaybettiklerimizi bulduk yine ağladık.
Rakıları biriktirdik içimizde, sevdiklerimizi andık,
uzaktaki, yakındaki veya bilmediğimiz diyarlarda nefes alan
dostlarımıza kaldırdık kadehlerimizi…

Keyiflerimizden mezeler yaptık, birbirimizi sıkı sıkı kucakladık,
yıllar geçsede, büyüsekte, saçımız sakalımız ağırsada,
yine birlikte olduk can dostlarımızla.

unutmadık, unutulmadık…

Yıllar hep bitiyor ve hep başlıyor,
biz yine Rakıcı’ dayız,
yanımızda olan, yanımızda olmak isteyen,
yazın gelen, hiç gitmeyen, gelemeyip yüreğini gönderen,
iflah olmaz gecelerimizi gündüzlere kavuşturduğumuz
bütün dostlarımızı çok seviyoruz.

Ey dost,
nerede olursan ol buradasın,
gün gelir, yapraklar düşer, şöminede çıtırtılar dans eder,
saklanan güneşin yerine mavi geceler doğar,
kış gelir, hoşgelir, bir de üstüne yılbaşı gelir.

Yeni yıl sevdiklerimize kendisini getirsin,
imkansız hayallerini gerçeklerle kucaklatsın,
paylaştıkça hayatı kaplayan sevgiler armağan etsin,
tüm güzellikler yeni yılla birlikte yeniden doğsun.

Yeni yılınız kutlu olsun.

Biz Rakıcı’dayız,
Her zaman bekleriz.

Sevgiler.

25.12.2008

22 Aralık 2008 Pazartesi

Yüreğimi

Yüreğimi
Kalbimle takas ettim
Aşkımı
Sevgimle sadeleştirdim
                    Anlayışlarımı
                    Sonbahar evlatlarının
                    Süslediği parkta
                    Kırmızı banka
                    Gözyaşlarımla kucaklaşarak
                    Bıraktım
Dostlarımı
Ince ince sevdim
Sakin sakin paylaştım
                    Acımadılar
En zehirli düşüncelerini
Ince ince bana sundular
                    Tamam dedim
                    Bana kadar
Geriye ne kaldı
Sevgiyle paylaşılan dünler
Anlamı olmayan yarınlar
                    Ne dünden azım ne de yarından
                    Bugün kadarım
Bu günden önce ile yaşayamam
Bu günden sonra ile umutlanamam
                    Anımı severim
                    Kendimi an kabul ederim
Gerekirse
Tek başıma
Kendim ve benle yaşarım
                    Kim kaybeder
                    Ben mi
                    Hayat mı
                    Dostlar mı
Kaybetmek istemeyen
                    Bilir
                    Sever
                    Anlar
                    Dinler
                    Paylaşır
Ben gitsem ne olur
Hayat mı durur
                    Bulutlar mı ağlamaz
                    Rüzgar mı okşamaz
Hayat devam eder
                    Hep etmedi mi
                    Etti
                    Edecek
Paylaşılanlar ne olacak
                    Koleksiyonerlere sesleniyorum
                    Paylaşılan değerli anları biriktirin
Yakında nesilleri tükenecek
Ileride iyi para edecek

22.12.2008

18 Aralık 2008 Perşembe

Düşünmeden konuşuyorum

Düşünmeden konuşuyorum
Herkesle aynı şeyi
Düşünüyorum
                    Bilmeden anlatıyorum
                    Herkesle aynı şeyi
                    Biliyorum
Mandalsız bir ipim
Çamaşırlarıma
Sahip çıkamıyorum
Rüzgara direnemiyorum
                    Kabuksuz bir çekirdeğim
                    Hayatı çitletemiyorum
                    Bilmeden çiğniyorum
Gitmeyi bilmiyorum
Kaldığım yeri beğenmiyorum
                    Ara sokaklarda
                    Kayboluyorum
Saklambaçta kurt oluyorum
Kendimi bulamıyorum
Kimseyi kurtaramıyorum
                    Pimsiz yapılmış bombayım
                    Pimimi çekemiyorum
                    Ne kendime ne de başkasına
                    Patlayamıyorum
Kanatsız albatrosum
Uçamıyor konamıyorum
Rüyalarda görüyorum
                    Raylarını kaybetmiş trenim
                    Asfaltlarda yol alıyorum
                    Hiçbir istasyona ulaşamıyorum
Nasıl yaşarım
Nasıl ölürüm
Kimseyim
Herkesim
                    Bir yerden başlamalıyım
                    Hiçbir yerdeyim
Bir hiçim
Ama herşeyim
                    Oyun oynamayı bilmiyorum
                    Adım oyun
                    Oyuncularım kayıp
Kimse benim için
Zar atmıyor
Game over
Bile olamıyorum
                    Yok muyum
                    Var mıyım
Bilmediğimi bile
Bilmiyorum
                    Herkes bana soruyor
                    Herkes benden bekliyor
                    Herkes beni seviyor
Ben onları sevmiyorum
Kendimi sevmiyorum
Yaşamak istemiyorum
                    Ama yaşam
                    Yaşadığımdan haberdar değil
                    Ölemiyorum

18.12.2008

14 Aralık 2008 Pazar

Erenköy e gitmek isterler

 
Erenköy e gitmek isterler
Ama 4G ye binerler
Hiç inmemecesine
                    Şoföre kızarlar
                    Niye Ereköy e gitmiyor diye
Cam kenarına otururlar
Meraklıdırlar
                    Anlaşılmak
                    Anlatmadan anlaşılmak
                    Paylaşmadan bulunmak
                    Ağzından çıkanı değil
                    İçinden geçeni yakalatmak
                    İsterler
Çıktığımız yere
Geri dönme çabalarımızı
Ten tacirliği olarak
Görürler
                    Uzun uzun satırlar
                    En sonunda
                    Tek satıra kavuşurlar
Buradayız
Birbirimize dokunuruz
Birbirimizi aldatırız
Gece ağzımıza sıçarız
Sabah ağzımıza besleriz
                    Gitmek mi
                    Çok kolay
Gider miyiz
Evet
                    Döner miyiz
                    Her zaman
O zaman
Mahkumiyetinde güzellikleri var

14.12.2008

10 Aralık 2008 Çarşamba

Ben i kendime bırak da git

Ben i kendime bırak da git
Bizi birbirimizden ayırma
Sensizliğe alışırım
Bensizliğe asla

10.12.2008

7 Aralık 2008 Pazar

...


Kendine çeken bir rüzgar aldı beni sokağın içine,
reddedilmesi imkansız bir davetkarlığı vardı,
beni geriye savurmasına alıştığım
rüzgarın bu kucaklayacılığı şaşırttı beni
ama kendimi ona bırakmama
engel olamadı şaşkınlığım…

Dar sokakların
kendine özel kocamanlığına yine hayran oldum,
iki elimi açsam sarılacağım sokakların
sonsuzluğuna kendimi bırakmaktan bıkmamışımdır
nedense…

Rüzgarın bir bildiği olduğuna inandım ve ona teslim oldum,
ahşap bir kapının önünde terketti beni sevgili rüzgar,
bu şehirin herşeyi kendine kendi,
kadınları, çocukları, erkekleri, kordon’u, imbatı, gevreği, çiğdemi, asvalyası, kumrusu, lokması, kendini büyük şehirden küçük görmesi,
şevketi bostanı, sakinliğin ortasında yatması…

Rüzgarında beni anında kucaklayıp anında kapının önünde terketmesine şaşırmadım.

İzmir,
yeni aşık olmuş kadın gibi karşılar insanı,
çok sıcaktır, hemen samimi olur seninle
ama
bir gün sonra
40 yıllık kocasından bıkmış gibi
seni unatabilir…

Ahşap kapı kapalıydı ama
açık olduğuna yemin edebileceğim kadar da
açıktı,
Daha öncede gördüğüm birkaç kapıya benziyordu
ve
o kapılardan içeri girdiğime şimdiye kadar pişman olmadığımı
hatırladım.

İçeri girdim,
kendimle karşılaşmış kadar rahat hissettirdi beni,
hep bara doğru ilerlerken bu sefer sağdaki masaya ilerledim,
bütünü gösteren bir hali vardı masanın,
herkes buraya oturmak ister diye içimden geçirdim…

Hayatın gemisi gibi geldi bana,
filikası direğine asılı bir hayat gemisi…

Ne maceralı yolculuklara çıkılmıştı kimbilir şarap rüzgarlarında,
rakı fırtınalarında, heyecanlı sohbetlerin limansızlığında…

Kendine has sıradanlığı en farklıdan farklı gibi görünüyordu.
Birisinin kendine ortaya atması gerekir diye düşündüm,
kendi gibi belki kendinden de öte bir mekan üretme doğurganlığının
evladı gibi gülümsüyordu…

İyi ki doğdu dedim, sevimli, yaramaz, düşünceli,
sevgiyle tanışmış ve sevdalanmış, konuksever, alışkanlık yaratan
bu güzel evlat…

Güneş daha batmamıştı,
kocaman sokağın düşünceli yanaklarından içeri yansıyordu,
fırtınaya gerek yok dedim şu anda,
bir bira lütfen…

Yıllar geçti
o biranın üzerinden, bira hala soğuk
ama
paylaştığım dostluklar sımsıcak,
evladın babası Cenap, annesi Elçin, amcası Mehmet, abisi Kerem,
ben de İstanbul’ dan gelen akrabası…

Kendim gibi olacağım yerlere gitmeyi severim,
farksız, çok, uzak, dokunmasını bilmeyen yerlerde rahat edemem,
gittiğim yere nefes aldıran her insanla tanışmak isterim,
Miko’ ya nefes aldıran herkesle tanışmaktan çok uzaklara
gittiğimiz ve paylaştıklarımız için çok mutluyum…


Hergün doğum günü Miko’ nun,
babası ona sürekli yeni hediyeler alıyor,
onun güzelliğine taptaze güzellikler katarak geçiriyor günlerini,
yeni elbiseler, gemici aydınlatmaları, gözle farkedilmeyecek kadar
gizli hediyeler almaktan bıkmıyor.
Ben de diyorum ki, bir evlada fazla gelecek sevgini
yeni bir evlat doğurarak iki evladı mutlu etme
anlamını yaşasana…

Yine de sen bana bakma…

Bir rüzgarın bana sunduğu güzellikleri
yaşamak için,
kocaman sokağa adımlarınızı armağan ettiğinizde
sizi de ahşap kapı ve sokağın yüreğine serpiştirilmiş
masalar karşılarsa hiç çekinmeyin oturun,
keyfini çıkarın.

Ve,
dediğim gibi bu şehrin herşeyi kendine kendi,
Miko’ su Miko !

2008

Sözcüklerin imbata dönüşüp

Sözcüklerin imbata dönüşüp, içinde oturan insanlara dokunduğu bir mekanın dile gelip kendini anlatması ya da imbatına dokunmuş birisinin
Miko’ yu anlatması kolay mıdır ?

Biraz sonra anlayacağız…

İstanbul’ da girip çıkmadığı mekan bırakmayan, o kadar mekan içinden sadece bazılarını kendisi için yolgeçen hanına çeviren, sokakların aldığı nefesi seven, dün tekmelediği taşın ertesi gün onu bıraktığı yerde beklemesine alışkın olan, denize doğru yürüyen, onun kenarında sakinliği kucaklayan, ufuğa bıraktığı kelimeleri toplayan, sözcüklerini denizin üzerinde kaydıran adamın Kordon’ da oturmak yerine nefesini sevdiği sokakta oturmasının hikayesi olur ancak Miko’ yu anlatmaya çalışmak…

Can Yücel sokağı çıkmaz sokaktır benim için, sadece Miko’ ya kadar gidebilen bir sokak, diğer sevgili sokak sakinleri bana kızmasınlar, ne yazık ki sabitleri olan bir insanım onca gidip gelmelerime rağmen…

Kıbrıs Şehitleri’ ni hayata açan damarlarını severim, özellikle ikinci kordona geçit olan dar sokaklarına belirsiz aralıklarla adımlarımı ve düşüncelerimi bırakırım. Miko, hayata eklenmemişken, sokağın numarası anlamlı bir güzelliğe kavuşmamışken de içinden geçip gittiğim bir sokakta, tıpkı diğer sıcak sokaklar gibi…

Can Yücel sokağı,
artık sadece hayata açılan Kıbrıs Şehitleri damarı değil benim için,
Miko’ ya açılan bir anlamlı bir yolculuk…

Belki loş bir insanım, ışığın aniden üzerime yansımasını sevmiyorum da sokağın bedeninin üzerinden sekerek bana dokunmasını seviyorum, denizin kenarında oturmasını seviyorum da belki
Miko’ yu deniz zannediyorum…

Papilina mevsimi mi ?

Geçen gün yine oradaydım, İstanbul-İzmir gidip gelmelerimin İzmir sırasındayım ve girişteki masanın sırasındayım. Yeni olan masa örtülerini yeni gelen örtülerle değiştiriyoruz ve onlarla takım ruhu içinde olan perdeleride sarı çubuklara sarmalıyoruz. Kerem’ in ellerinde sarı malzemeler ve iki denizci aydınlatması var. Bunların,
tavandan misafirlerin üzerine dokunan loş bir güneş olmasını istiyor
sevgili Cenap…

Bu kadar heyecan, bu kadar düşünce, bu kadar acele ancak sevgiliye hissedilir Elçincim, dikkat et güzel bir kuman var, hatta biraz abartayım, Miko’ nun kuması bile olabilirsin…

Neyse, aydınlatmaları nasıl takacağız konuşmalarından biraz sonra Kerem geldi ellerinde asılmaya hazır hale gelmiş aydınlatmalarla, içeri girdiğinizde ve başınızı yukarıya doğru kaldırdığınızda
loş güneş ışıklarını sizlerle paylaşan gemici aydınlatmalarını görebilirsiniz…

Bu arada,
Miko limanına bağlı sandalın durduğu alanı nasıl değerlendirebiliriz düşüncelerim var, nedense oraya takmış durumdayım, orayada birkaç masa koyalım da Miko daha çok kazanıp daha çok yıllarca
hayata kendi anlamını eklemeye devam etsin diye,
sanki Miko’ ya ortağım…

Kerem, kuru incir var mı ?

Miko,
benim İzmir’ deki yolgeçen hanım…
Alsancak’ da yürüdüğümde, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir şekilde kendimi orada bulurum. biliyorum ki tanıdık biri orada beni bekliyor, Cenap, Elçin, Mehmet, Kerem, Ayça ve daha isimlerini öğrenemediğim sevgili insanlar beni orada bekliyor. Onları,
Miko’ da buluşmak için randevulaştığım dostlarım olarak görüyorum…

Bir mekanın,
yaşadığı uzun yılları arkasında bırakmadan bugüne ulaşabilmesi için, umursamaz, unutkan, sabırsız, düşüncesiz, sevgisiz, tensiz olmaması gerekiyor. Miko’ nun tenine dokunduğunda, en azından ben dokunduğumda inanılmaz bir ten uyumumuz var, mekanfili falan değilim ama kendim gibi hissettiğim mekanların canlı olduklarını düşünürüm. Onlar, aldıkları nefesi benimle paylaşırlar, düşüncelerimi dinlerler, kızgınlıklarıma sabır gösterirler, sarhoşluğuma sade kahve olurlar, birlikte gelişir ve birlikte uzun ömürleri paylaşırız.

Dikkat, Miko turta çok sıcak !

O nedenle, Miko benim İzmir’ deki yolgeçen hanım, yola çıkmanın zorluğu bilen insanların, kendi adımlarını hayata armağan edenlerin, farklı düşüncelerin birarada dolaşmasından anlamlar çıkartanların, gerektiğinde kavga eden ve kavganın bütünleştiriciliğini yakayabilenlerin, hayatın hayat olduğu bilen ve kendimiz dışında hiçbir gücün hayatımızı güzelleştirebileceğine ya da çirkinleştirebileceğine inanmayanların, keyiflere ve hayata doğru tatlı bir imbatla yolculuk edeleceği
değerli bir canlıdır sevgili Miko.

Bilmem anlatabildim mi ?

2008

Sevdalı bir kadındır mİko...

Sevdalı bir kadındır miko…

En güzel kadın kadar güzel, en anlamlı bakış kadar derin,
en özel dokunuş kadar etkileyici, en büyük özlem kadar unutulmaz…

Insanı, sevdalısının özlemiyle yanıp tutuşan bir kadın gibi karşılar,
kucağına ve yüreğine sığdırır, sımsıkı sarılır özlem ektiği sevdiğinin tenine, onsuz geçen zamanları unutturmak için bütün yüreğini sevdiğinin önüne koymaktan çekinmez, kim ne der diye düşünmeden hayatın eksik kalan yönlerini sevdalısına incelikle anlatır, onu ne kadar sevdiğini göstermek için gerekirse kavga eder, paramparça olacağını bilse bile inandıklarını sevdalısının değerli yüzüne dokundurur…

Sadece sevdalı bir kadın değildir, bütünü içinde barındıracak kadar yüreği kocamandır, ona karşıdan baktığında, her baktığında başka bir anlamını görürsün, hiçbir şeye benzetemezsin, her şeye benzetirsin, seni senden alan bir tarafı vardır, artık tarafsındır ya da Miko’ sundur…

Bir kere dokundun mu sevdalı kadına artık geri dönüş yoktur diğer kadınlarına, seni kıskanmaz ama sen kıskanmasını istersin, senin yoluna taşlar taşımaz ama sen engellenmek istersin, bir tek seni sevsin istersin yüreğinin kocaman olduğunu bildiğin halde, sadece seni beklesin, sadece seni karşılasın, sadece seni görsün istersin ama sonunda seni aldatmasına bile razı olursun, yüreğinde belli olmayan bir iz olmak uğruna…

Uzak şehirlerde yaşasan bile yanında götürürsün sevdalı kadınını her adım attığın yere, yollarda ona sarılarak yürürsün, çiçekçilerden onun için kırçiçekleri alırsın, arkadaşlarına heyecenla sevdalı kadınını anlatırsın, diğer kadınlarla karşılaştığında özlemin daha da artar, şehrini terkedip yanına taşınmak istersin…

Unutulan değerleri, bilinmeyen anlamları, farkedilmeyen gerçekleri, ilgisizlikten üzülen ve kırışan tenleri onunla birlikte tazelersin, hayata dokunmanın mutluluğunu içinde yaşarsın, paylaşmanın ne kadar değerli olduğunu gözlerinin içinde bulursun, sevdalı kadınla birlikte yaşamaya sevdalanırsın bütün eksiklere, anlayışsızlıklara, değersizliklere, anlamsızlıklara rağmen ve benim gibi sevdalılar var diyerek yaşamın en ortasına anlamlı olan kendi adımlarını armağan edersin…

Oturursun sevdalı kadınının karşısına rakı kadehlerini birbiriyle buluşturursun, içini açarsın papalinalara, börülcelere, yemyeşil otları sarmalayan zeytinyağına, bir testiyi gözüne kestirirsin ve şarabın rengini kendine eklersin, kahvaltıdan son dubleye kadar yanından ayrılmak istemezsin sevdalı kadınının ve hayata dersin…

Hayattır sevdalı kadın, gizemli bir bakıştır, utungaç bir yürektir, arsız bir dokunuştur, unutulanı hatırlamaktır, eskiye yeni olduğunu anlatmaktır, kucaklaşmaktır, ayrılırken el sallamaktır, düşünmektir, paylaşmaktır,
iflah olmaz bir sevdadır…

Miko, sevdalı bir kadındır.

2008

6 Aralık 2008 Cumartesi

Bilmiyorum

Bilmiyorum
Kaç defa sevdim
Kaç defa sevmekten vazgeçtim
                    Çok sevdim
                    Çok sevildim
                    Hepsini bitirdim
Bir tek ben kaldım
Kendime
                    Ben ve kendim
                    En çok aldatılan ikili
                    En çok aldatan birliktelik
Kendinin bir köşede
Beklediğini biliyorsan
Başkasına gitmek dönmek
Kolay
                    Kendini bilinmeyende
                    Kaybettiysen
                    Başkasında aramaya
                    Başladıysan
Unut kendini
Başkalarını sev

06.12.2008

5 Aralık 2008 Cuma

Sabırsız

Sabırsız
Ilkbahar çiçekleri
Gibiyim
                    Insanlara açıyorum
                    Yüreğime
                    Karlar yağıyor
Çiçeklerim
Toprakla buluşuyor
Meyvelerine dokunamadan
Kolu kanadı
Kırılıyor
                    Mevsimimi
                    Bekleyemeyi bilmiyorum
Illaki
Hemen açacağım
Kucağımı
Mevsimler
Bana açmadan
                    Sonra
                    Donup kalacağım
                    Aksak dallarımda
                    Hüzünle kalacağım
Bir gün
Içime kapanacağım
Çiçeklerimi açmayacağım
Kuruyacağım
                    Yağmur bile yağsa
                    Benim gövdeme
                    Isabet etmeyecek
Sağanak altında
Kuruyacağım
                    Uzaktan bakacaklar
Zavallı ağaç
Erken kurumuş
Diyecekler
                    Bir bardak suyu
                    Koca gövdeme
                    Çok görecekler
Bir daha ki
Hayatımda
Çiçek açmayacağım
                    Çiçeklerimi
                    Içimde kurutacağım
                    Kokularından
                    Kafayı yiyeceğim
Ama
Açmayacağım

05.12.2008

17 Temmuz 2008 Perşembe

İçimi açtım hayata

İçimi açtım hayata
Bir kovayla fırlattı ruhuma
                    Denize girmeden yüzmüşüm
                    Kuş olmadan uçmuşum
                    Dilsizken konuşmuşum
                    Sağırken dinlemişim
Biriktirdiğim bütün ruhların
Saldırısına uğramışım
Anlamadan yenilerine koşmuşum
                    Oysa herşey sıradan olmalı
                    Paylaşıma anlam katmamalı
                    Herkesi kendi haline bırakmalı
                    Bir tek kendine dokunmalı
Bütünler istediğini yapsın
Beni bana bıraksın

17.07.2008

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Gece gündüze yağıyor

Gece gündüze yağıyor
Yıldızlar güneşin gözünü alıyor
Yüzyıllar sıradanlığa kavuşuyor
Paylaşılanlar kırıntı olup düşüyor
                    Gözyaşları havada asılı kalıyor
                    Kahkahalar kuraklığa denk geliyor
Hayat taşın altına sıkışıyor
                    Anlamlar yitik harflerde
                    Inanmışlıklar kayıp nehirlerde
Dokunmanın tadı yok
Dostlukların adı yok
                    En güzel kalabalık
                    Yalnızlığın içinde saklı
Paylaşmak çürümüşlüğe saklı
                    Bir tek yalnızlık
                    Bir çok yalnızlık

12.07.2008

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Hayatımı biriktirdiğim kabın

Hayatımı biriktirdiğim kabın
Altı delikmiş
Bana bakarak gülen gözlerin
Içine gözyaşı saklanmış
                    Içtenlikle paylaştığım duyguların
                    Anlamı yitikmiş
                    Yaşamıma eklediğim insanların
                    Samimiyeti yalanmış
Gitsem nereye gideyim
Kalsam nerede kalayım
Kendi kendime yeteyim
Hayatı masturbasyona çevireyim
                    Kendim ağlayım
                    Kendim güleyim
Kendimi aldatayım
Kendime gideyim
                    Güle ağlaya

05.07.2008

Yüzlerce yıl yaşamış bir insanı nasıl anlatırsınız ?

Yüzlerce yıl yaşamış bir insanı nasıl anlatırsınız ?

Hele dünya güzeli bir kadınsa, hangi cümleler onu anlatmaya
cüret edebilir…

Krallarla, imparatorlarla, padişahlarla birlikte olmuş,
hain sevgililer tarafından kuşatılmış, bedeni talan edilmiş, yüreği yanmış,
gözlerine kızgın yağlar dökülmüş,
bir dokunuşuyla çağları değiştirmiş
bir kadının güzelliğini hissettirmenin yoluna girdiğinde,
çıkmaz sokakların kör kuyularında yankılanan sesini takip ederek
arar durursun sevdalı kadını, hayatı…

Onca acıya, hüzüne, gözyaşına, kaybolmuşluğa, akan kanlara,
çağlayan çoşkulara, sırtına saplanan hançerlere rağmen
yüzünde bir kırışıklık olmamasını hangi mantıkla açıklayabiliriz ?
Ya da, hadi canım sen de, ahı gitmiş vahı kalmış görmüyor musun diyenlere ne diyebiliriz…

Sen, kadınlara bakmasını bilmiyorsun !

Sevgili Beyoğlu,
seni güzel bir kadına benzetiyorum sana sormadan, yüksek izinlerini almadan…
Senin güzelliğini hayal etmenin, başkasından duymanın etkisi bile
insanları hayaldışı düşüncelere sürüklerken,
senin yüreğinin kenarında, belli olmayan bir iz kadar yakınında
yaşayan ben neler hissediyorum acaba ?

Sana aşığım desem güler geçersin, sensiz yaşayamam desem,
ne imparatorluklar tükettim ben dersin…
sana aşığım, sensiz yaşayamam…

Gece birbirini bıçaklayan karı kocalar bile sabahları elele dolaşabiliyor…
Sen de kalbime hançer saplasan,
sana dokunma şansını yaşamış ellerimle hançeri çıkarıp,
ipek bir mendille sana akan kanımı temizleyip hançeri pamuk helva ellerine uzatırım, tekrar, tekrar hançerle beni diye…


Seninle yaşamış hiçbir sevdalı seni unutamaz,
yeniden, yeniden dünyaya gelse bile seni arar durur,
sokağında bir taş olmak uğruna…

Kaç tane savaşı yüreğinde taşıdın,
kaç tane depremi bedeninde hissettin,
kaç tane cinayeti teninin gizemli sokaklarında izledin,
kaç tane yangının ortasına kendini attın,
kaç tane imparatorluğu konuk ettin,
kaç tane sahibin oldu ama sen hep kendin olarak kaldın,
her geleni kucakladın, kendine hayran bıraktın ve asla unutulmadın…


Sana karşı diyenler, sana karşı çıkanlar olabilir
ama bil ki onlarda senin saçının bir teline dokunabilmek için feda ederler
bütün özgürlüklerini, taçlarını, tahtlarını…

Seni kaybeden herkes,
göz yaşlarını iflah olmaz pınarlarından delilercesine çağlatır,
kendinden doğan yaşlarda boğulur
ve son sözü seni seviyorum olur.


Bize binlerce çocuk armağan ettin,
onlara bakacağız diye söz verdik ama yapamadık.
Güzelim çocuklarının yüzüne duvarlar ördük, tenlerini kazıdık,
ezip geçerek kendimize yeni yollar açtık,
onları kaderlerine terk ettik kendi kendilerine yok olsunlar diye
ve hala akıllanamadık Sevgili Beyoğlu.

Sana hergün yumruk atıyorlar, taşlıyorlar,
üzerinde tepiniyorlar, tenine kapanmaz yaralar açıyorlar,
gözlerini dağlıyorlar ama yüzyılların bir kırışıklığı bile konuk olmuyor
inanılmaz bedenine, yüreğine, hayata sunduğun güzelliklerine…


Biliyorum,
sevgililerin yüzyıllardır seni kullanıyor, seni aldatıyor,
güzelliklerine sahip çıkmıyor, kollarının arasına alıp seni kucaklamıyor,
korumuyor ama senden de vazgeçemiyor, seni unutamıyor
ve sana sahip olamayacağını bildikleri için seni kimseye yar etmek
istemiyor…

Bilmiyorlar ki,
sen de yoruldun artık bu umursamaz sevgililerinden,
dostlarından, konuklarından…
Ve bize bir ceza vermenden korkuyorum,
bizi terketmenden korkuyorum.
Biliyorum sonuna kadar hak ediyoruz seni kaybetmeyi,
senin güzelliklerinden mahrum kalmayı, başımızı taşlara vurmayı ama yine de
bize bir şans ver.

Artık dünyanın en güzel kadını olduğunu sana bakışlarımızla,
düşüncelerimizle, samimiyetimizle, yüreğimizle hissettireceğiz
ve seni mutlu edeceğiz.

Beni affedebilecek misin
Sevgili Beyoğlu ?

2008

4 Temmuz 2008 Cuma

Yazmıyorum

Yazmıyorum
Yazamıyorum
                    Sevmeden yazmak zor
                    Sevmek başka bir hadise
Ama yazmak istiyorum
Sevmek istiyor muyum
                    Sevdim sevildim sevdiler
                    Hepsini sevdim
Bazen birini bazen hepsini
                    Bir kişilik yere
                    Çok kişi sığdırma
                    Mutlulukları yaşadım
Kocaman yüreğime
Bir yüreği zor sığdırdım
                    Sığ mıyım
Yüzmeyi iskelede öğrendim
Konuşmayı dilsiz dostlardan
Uçmayı kanatsız sevdalılardan
Yürümeyi doğmamış ceninden
Kendimi benden
                    Yok muyum
Bilmenin güzelliğini
Bilmeyenlerden
Sevmenin anlamını
Sevmeyenlerden
Gitmenin tadını
Gidemeyenlerden
Dinlemenin erdemini
Konuşanlardan
Öğrendim
                    Ters miyim
Bildiklerimi anlatamadım
Sevgimin derin sularında
Yüzme bilmeyenleri ağırladım
                     Anlayışlarımın sıcak kollarıyla
                     Aysbergleri kucakladım
Dinledim dinledim dinledim
Hep dinledim
Bir kere konuştum
Çok konuştuğumu farkettim
                    Insanları terkettim
                    Telefonlarım kapalı
                    Panjurlarım cama yapışık
                    Zilimi söktüm attım
Kendi kendime mutlu olduğumu anladım
                    Eyvah

04.07.2008

16 Mayıs 2008 Cuma

Bir sayfayı

 
Bir sayfayı
Çevirmek kadar kolay
Bir insanı geride bırakmak
                    Bir topu
                    Yerde zıplatmak kadar kolay
                    Paylaşılanların üzerine toprak atmak
Boşu boşuna anlamını buluyor
Hayatlar bozuk para gibi yaşanıyor
                    Ruhlar delik
                    Sevgiler toplanamıyor
Tenler buruşuk
Birbirinin özüne dokunamıyor
                    Bütünü anlamaya çalışan
                    Tek başınalığa koşuyor
Hayat bozuk para
Yaşanmadan bitiyor

16.05.2008

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Bilinmez aşkların

Bilinmez aşkların
Bilinen insanları
Sonsuz genç
Ölümsüz direnç
                    Bilinen kavgalar
                    Bilinmez çözümler
                    Isteniyor
                    Yaşanıyor
Kimse kimseye
Dokunamıyor
                    Bilinmez aşklar
                    Bilinmez dostluklar
                    Bilinmez paylaşımlar
                    Biliniyor
Herkes saklıyor
Kimse bulmuyor
Kayan yıldız
Aydınlanmıyor
                    Ay tek başına
                    Güneş tek başına
                    Doğa tek başına
Insanlar kalabalık
Kalabalık yalnız
                    Büyüyoruz
                    Büyüdükçe küçülüyoruz
Öğreniyoruz
Öğrendikçe unutuyoruz
                    Dokunmanın
                    Tatmanın
                    Öpüşmenin
                    Tuşlarına basılıyor
Orgazmlar
Ekrana sıçrıyor
                    Sevmeyi sevmiyoruz
                    Sevilmeyi seviyoruz
Vermeyi sevmiyoruz
Almayı seviyoruz
                    Kalpsiziz
                    Tensiziz
                    Densiziz
Etrafımız deniz
Yüzmeyi bilmiyoruz

14.05.2008

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Dur

Dur
Girilmez
Öpüşmem
Sevişirim
Dokunmam
Dokundurturum
Orgazm olmam
Hissetmem
Sadece yaparım
Yapmayım
                    Kırçiçeklerini
                    Belinden kırarım
                    Gaz pedalına
                    Tam basarım
                    Çamur sıçratırım
Umursuz pasajında
Çıkmaz dükkandayım
Hiç birşey satmam
Sadece alırım
                    Dinlemem
                    Anlatırım
                    Uzaklara giderim
                    Yakınları özlerim
Kendimi bilmem
Herşeyi bilirim
                    Gitmeyi özlerim
                    Kalmaktan yanayım
Yalnızlığı severim
Insan peşinden koşarım
                    Kaçarım
                    Kaçtığım soteyi
                    Kendim
                    Ihbar ederim
Gammazlayana
Kızarım
                    Kimliğim yok
                    Pasaportum var
                    Rengim yok
                    Gökkuşağıyım

10.05.2008

8 Mayıs 2008 Perşembe

İlkbaharda açan

İlkbaharda açan
Çiçek gibi
Doğuyoruz
Yağmurla güneşle
Insanlarla
Gelişiyoruz
Güzelleşiyoruz
Tatlanıyoruz
Büyüyoruz
                    Yapraklarımızı okşayan
                    Gövdemize yaslanan
                    Meyvemize dokunan
                    Insanlarla yaşıyoruz
                    Onlara alışıyoruz
                    Paylaşıyoruz
Bize bakıyorlar
Kokumuzu duyuyorlar
Dayanamıyorlar
Dalımızdan koparıp
Yüzlerce ısırıp
Özümüzü
Toprağa
Atıyorlar
                    Yağmurla güneşle
                    Topraktan
                    Fışkırıyoruz
Ilkbaharda açan
Çiçekler gibi
Yeniden doğuyoruz
                    Yeniden
                    Yeniden
                    Yeniden
                    Yeniden

08.05.2008

6 Mayıs 2008 Salı

Parçalanmış yürekler



Parçalanmış yürekler
Pazarın toplanma saatinde
Ucuzlar
                    Eski sevgililer
                    Yeni sevgili terk ettiğinde
                    Para eder
Bit pazarı bile
Daha duygusal
                    Hak ettiğine gider

06.05.2008

1 Ocak 2008 Salı

Karanlık adımların

Karanlık adımların
Çok bellekli hafızalarında
Saklanan bilgilerin
                    Aydınlığın
                    Korkutan saklambaçlarında
                    Kurt olan ebe oluyor
                    Saklanan
                    Yüreğimize denk geliyor
Adımlarımız
Bilinmeyene dokunuyor
Yapay suni
Gidişlerimiz
Bizden uzağa düşüyor
                    Biz
                    Yokuz
                    Siz
                    Yokuz
                    Ben
                    Var mıyız
Varız
Her zaman
Osuruğumuz kadar
Midemizdeki
Gazımız kadar
Varız
Öyleyse
Kimden korkarız
                    Saklanırız kendimizden
                    Sevdiğimizden
                    Kendimizden korkarız
                    Gitmek istediğimizde
                    Kendimizden korkarız
Bildiğimizi
Bilmeyiz
Aslında biliriz
                    Ne yazsam boş
                    Ne konuşsam boş
                    Anlarını
                    Yaşamanızı istemem
Isterim
Siz
Bekleyin
Desem yalan
Siz bilin
Desem kısmet
                    Tek
                    Bir
                    Düşünen
                    Var
O
Ben
Değil
Hepimiz
                    Bilin ya da bilmeyin
                    Rakınızın
                    Son yudumunu
                    Saklayın
Ya da
Paylaşın
                    Gideceğimiz yer
                    Kendimizi
                    Bıraktığımız
                    Yer
Ister
Gidin
Ister gitmeyin
Lütfen
Beni
Aramayın
                    Bu
                    Bir
                    Şiir
                    Değil
Sadece
Diye
Birilerinin
Isim
Koyduğu
Sadece
                    Kim
                    Sadece
                    Ile
                    Hayatını
                    Yaşar
                    Diye
                    Bir
                    Soru
                    Varsa
Kim
Burada

01.01.2008